Vivre Sa Vie

29 Kasım 2010 Pazartesi



Birdenbire söyleyeceklerimi unuttum; bu bana çok sık olur. Ne söylemek istediğimi bilirim. Neden söylemek istediğimi bilirim. Ama konuşma zamanı geldiğinde, konuşamam.
- Bu herkesin başına gelir. "Üç Silahşörler"i hiç okudun mu? - Hayır. Ama filmini gördüm. Neden? -Çünkü, orada bir Porthos vardır.Aslında "Yirmi Yıl Sonra"dan bahsediyorum. Porthos, uzun boylu, güçlü, biraz da aptal biridir.Hayatı boyunca hiçbir şeyi düşünmemiştir. Bir mahzene orayı havaya uçurmak için bomba yerleştirmesi gerekmektedir. Bunu yapar. Bombayı yerleştirir, fitili ateşler. Sonra da elbette koşarak uzaklaşır. Ama o an, birden düşünmeye başlar. Koşarken adımlar birbirini bu kadar seri bir şekilde nasıl takip etmektedir? Belki bunu daha önce sen de düşünmüşsündür. Bu düşünce yüzünden donar kalır. Hareket edemez, ilerleyemez.Bomba patlar ve mahzen üzerine çöker. İlk etapta güçlü omuzlarıyla direnmeye çalışsa da, bir ya da iki gün içinde, ezilerek hayatını kaybeder. Düşünmeye başladığı ilk an onun ölümünün sebebi olmuştur. -Bana bu hikayeyi neden anlattınız? -Nedeni yok, sadece konuşma olsun diye. -Neden insanlar sürekli konuşmak zorunda? Belki de bu kadar çok konuşmamalı, hayatı sessizce yaşamalıyız. Ne kadar çok konuşursak, kelimeler de anlamlarını o kadar yitiriyor. - Belki. Ama bu mümkün mü? - Bilmiyorum. -Bence konuşmadan yaşayamazdık.

- Ben konuşmadan yaşamak isterdim. - Evet, güzel olurdu, değil mi? İnsanların birbirlerini daha çok sevmeleri gibi. -Ama maalesef mümkün değil. - Ama neden? Sözcükler sadece insanların düşüncelerini ifade etmeli. Bize ihanet etmemeli. - Doğru ama biz de onlara ihanet ediyoruz. İnsan kendini ifade etmeliydi. Ve o bunu, yazarak yaptı. Düşün, Platon gibi biri hâlâ anlaşılıyor - anlaşılabiliyor. O, Eski Yunan'da yaşamıştı, 2500 yıl önce. Şu an kimse o dili bilmiyor, en azından tam olarak. Buna rağmen, hâlâ bizlere ulaşıyor. İşte bu yüzden kendimizi ifade ediyoruz. Ve etmek zorundayız. -Neden? Birbirimizi anlamak için mi? -Düşünmek zorundayız ve düşünmek için de sözcüklere ihtiyacımız var. Çünkü düşünmenin başka bir yolu yok. İletişim kurabilmek için konuşmalıyız; hayatın gereklerinden biri de bu. -Evet ama bu çok zor. Bence hayat kolay olmalı.Sizin "Üç Silahşörler" konuşmanız iyi bir hikaye olabilir.Ama korkunçtu.-Evet ama bir işaret noktası vardı.Bence, insan ancak bir süre yaşamdan feragat ettiği zaman konuşmayı öğrenir. - Bedel budur. - Yani konuşmak ölümcül müdür? -Konuşmak neredeyse bir yeniden doğuş demektir. Bir anlamda, yaşamın diğer boyutudur. Yani bir insan konuşabilmek için, yaşamının konuşma olmayan bölümünden geçiş yapmalıdır.Söylemek istediğim şeyi net olarak ifade edemiyor olabilirim ama İnsanı, düzgün bir şekilde konuşmaktan alıkoyan şey,yaşamdaki bu ikilemin farkında olmayışından kaynaklanmaktadır.Ama insan günlük yaşamını sürdüremez.Bilemiyorum, bu Ayrımla! Dengeyi kendimiz kurarız. Sessizlikten, sözcüklere geçişimizin sebebi de budur.Bu ikilemin arasında gider geliriz çünkü hayatın devinimi bunu gerektirir. İnsan bu şekilde, günlük yaşamdan daha üstün bir yaşama yükselir: Düşünce yaşamına! Ama işte bu yaşam da, insana, günlük yaşamından tamamiyle sıyrılmasını şart koşar.-O halde, düşünmek ve konuşmak aynı şey midir? -Öyle, öyle. -Bu konuda Platon'un şöyle bir sözü vardır: "Hiç kimse düşünceyi, onu ifade eden sözcüklerden ayıramaz." Düşüncenin zorlayıcı şartı, onun ancak sözcükler vasıtasıyla kavranmasıdır.

-Peki insan, yalan riskini de üstlenmeli midir? -Yalanlar da maceramızın bir parçasıdır. Hatalar ve yalanlar birbirlerine benzer. Tabii burada sıradan yalanlardan
bahsetmiyorum. Birine gideceğine dair söz verirsin; ama canın istemez ve gitmezsin. Görüyorsun ya, bunlar basit şeyler. Ama incelikli bir yalan hatadan biraz daha farklıdır. İnsan bazen düşünür ama bir türlü doğru sözcüğü bulamaz. Bazen ne söyleyeceğini bilemeyişinin sebebi budur. Doğru sözcüğü bulamamaktan korkarsın. Tek açıklaması bu. -İnsan, doğru sözcüğü bulduğundan nasıl emin olabilir? -Çalışması gerekir.Gayret etmelidir.Kişi, kendini doğru bir şekilde ifade edebilmelidir. söylenmesi gerekeni söylemeli,yapılması gerekeni yapmalıdır;incitmeden, zarar vermeden. Her insan doğruyu bulmaya çalışmalı. -Biri bana şöyle demişti: "Her şeyde bir doğru vardır, hatalarda bile." -Bu doğru. Fransa .yüzyılda bu gerçeği göremedi. Onlar, insanların hatalardan kaçınabileceklerini düşündüler. Ve dahası, insanların doğru yolu kolayca bulabileceklerini sandılar. Bu mümkün değildir. Buna karşılık, Kant, Hegel ve Alman Felsefesi ise bizlere, doğruya ulaşmanın tek yolunun hatalardan geçtiğini gösterdi.

-Aşk hakkında ne düşünüyorsunuz? -Onun da üstesinden gelinmeli.Leibnitz, hayattaki anlamlı rastlantılara dikkat çekti. Ne de olsa, hayat kimi zaman tesadüfi, kimi zamansa zaruri gerçeklerin bir bileşkesidir.Alman felsefesi ise bize şunu gösterdi: Hayatta her insan hatalarıyla yaşar. Önemli olan bunlarla baş edebilmektir.-Aşkın, hayatın tek gerçeği olması gerekmiyor mu? -Bunun için, aşkın hep aynı gerçeği işaret etmesi gerekir. Bu güne kadar hiç aşık olduğu şeyin ne olduğunu bilen birine rastladın mı? -Hayır. Yirmili yaşlarında bunu bilemezsin. Yaptığın tek şey, keyfi seçimlerde bulunmaktır. "Seviyorum" kelimesi çoğu zaman fütursuzca sarf edilir. Neyi sevdiğinden emin olmak için ihtiyacın olan şey ise, olgunluktur. Doğruyu aramak! İşte yaşamın gerçeği budur. Ve aşk eğer gerçekse, ancak o zaman bir çözüm olur.

0 yorum:

Yorum Gönder