Efrasiyab'ın Hikayeleri

8 Kasım 2010 Pazartesi

Yol ayrımında akşama kadar bekledikten sonra ilimdar, gelen bir kamyonu durdurarak söförüyle uzun bir süre konuştu.Herhalde adamla anlamış olmalıydı ki, ona iki Reşat altını verdi.Böylece üçü, şöförün yanında yola koyuldular.Zekeriya Dede'ninde şüpheleri de bu sırada ortaya çıkmaya başladı.Çünkü yol ayrımından doğuya dönmüşlerdi.Gece vakti sınırı geçtiklerinde Arapların ülkesine girdiklerini sanmıştı.Bu garip ülkede pastarlar onları durdurup birkaç kez sual ettiklerinde, İlimdar ben bir Gundiyim bunlarda zavallı bir dede ile torun demişti.İhtiyar kül yutacak biri değildi.Şimdiye kadar sayısız Hac hikayesi dinlemiş, o uçsuz bucaksız ıssız çölleri ve bu çöllerde susuzluktan şehit olan hacıları işitip gözyaşı dökmüştü.Gelgelelim onlar, günlerdir dağlardan tepelerden gidiyorlar, değil bir çöle, bir ovaya bile rast gelmiyorlardı.Üstelik ilerledikleri yönde doğuydu.Kamyon gece yol alırken, şöförün yanında uyuyakalan Zekeriya Dede şöförle birlikte, doğan gneşin ön camdan gelen kuvvetli ışığıyla uyanıveriyor, gözleri kamaştığı için elleri ile siper ederek, o uyku sersemi haliyle kaderine, yani doğuya bakıyordu. Kısaca, bir yanlışlık olduğu muhakkaktı.Duyduğu bildiği kadarıyla Kabe doğuda değil güneyde olmalıydı.Ama sırf yanlış yolda olduklarını İlimdar'a sırf hınzırlığından, bile bile söylemiyor, onun yapmakta olduğu hatayı sürdürmesine adeta bile bile izin veriyordu.Çünkü gittikleri yol konusunda şüphelerini peyderpey söylerse, ona ağzının payını dört dörtlük verme şansı fazla olmayacaktı. Hele yolun sonunda hele bir Mekke'ye varamasınlar, işte o zaman ilimdar'ın hatasını adam akıllı başına kakacak, verip veriştirecek, yerden yere vuracak, zaten haklı olduğu için dünyalar onun olacaktı. İhtiyar aslında haklı gibiydi.Kamyonlar günlerce süren bir yolculuktan sonra Arabistan olduğu çok şüpheli bir yere varmışlardı. İlimdar buranın Bağdat olduğunu söylüyordu. Öyleyse şehrin ortasından geçen şehirde Dicle olmalıydı.

0 yorum:

Yorum Gönder