Uyuyan Adam

6 Aralık 2010 Pazartesi

Vakit öldürmenin binbir yolu vardır ve hiçbiri birbirine benzemez, ama hepsi de eş değerdir; bir şey beklememenin bin şekli vardır. Öğrenecek çok şeyin var, öğrenilmeyen her şey: yalnızlık, kayıtsızlık, sabır sessizlik.Tüm alışkanlıklarından, onca zaman yanyana yürüdüğün kişileri görünce yanlarına gitmekten, başkalarının her gün senin için ayırdıkları, hatta bazen senin adına savundukları yerde kahveni içmekten, yemeğini yemekten, bir türlü bitmek bilmeyen dostlukların sıkıcı suç ortaklığında, yıpranan ilişkilerin ödlek ve oportünist kırgınlığında sürünmekten sıyrılmalısın.Yalnızsın ve yalnız olduğun için de saate hiç bakmaman, dakikaları hiç saymaman gerek.Postadan çıkan evrakı ellerin heyecandan titreyererek açmamalısın artık, içinden seni topu topu yetmiş yedi frankçığa, hem de üzerine markan kazınmış bir pasta takımına ya da batı sanatının en değerli eserlerine sahip olmaya çağıran bir el ilanı çıktığında düş kırıklığına uğramamalısın artık. Umut etmeyi, girişimde bulunmayı, başarmayı, diretmeyi unutmalısın.Kendini koyveriyorsun: senin için neredeyse kolay bir şey bu. Çok uzun süredir izlediğin yollardan kaçınıyorsun. Yüzlerin, telefon numaralarının, adreslerin, gülümsemelerin seslerin anısını silmeyi geçip giden zaman bırakıyorsun. Unutmayı öğrendiğini, günün birinde unutmak için kendini zorladığını unutuyorsun. Saint Michel Bulvarı'nda hiçbir şeyi tanımadan, vitrinlerden habersiz, bir aşağı bir yukarı gidip gelen öğrenci seli içinde avere biri olarak dolaşıyorsun. Kahvelere girmiyorsun artık, içeride kaygılı bir tavırla, kimbilir kimi -artık bunu da bilmiyorsun- aramak için ta dipteki salonlara kadar gidip tur atmıyorsun artık.Champollion sokağında yedi sinemanın önünde her iki saatte bir oluşan kuyruklarda kimseyi aramıyorsun artık. Sorbonne'un büyük avlusunda acı çeken bir ruh gibi dolaşmıyor, sınıfların çıkış saatine yetişmek için uzun koridorları arşınlamıyor, merhabaları, gülümsemeler, tanışıklık belirtilerini yakalamak için kütüphaneye gitmiyorsun.

Yalnızsız, yalnız bir adam gibi yürümeyi, aylak aylak dolaşmayı, sürtmeyi, bakmadan görmeyi, görmeden bakmayı öğreniyorsun.Saydamlığı, hareketsizliği, varolmayışı öğreniyorsun. Bir gölge olmayı ve insanların hepsine birer taşmış gibi bakmayı öğreniyorsun. Oturur durumda, yatar durumda kalkmayı, ayakta durmayı öğreniyorsun.Her lokmayı çiğnemeyi, ağzına götürdüğün her parça yiyecekte aynı manasız tadı bulmayı öğreniyorsun.Resim galerilerinde sergilenen tablolara sanki duvar parçalarıymış, yavan parçalarıymış gibi, duvarlara, tavanlara da yağlı boya resimlermiş gibi bakmayı öğreniyorsun, üstlerinde hep başa dönen onlarca, binlerce yolu, amansız labirentleri, kimsenin çözemeyeceği metni, parçalanmakta olan yüzleri bıkmadan yorulmadan izliyorsun. s.40.41

0 yorum:

Yorum Gönder