Paris Sıkıntısı

27 Nisan 2011 Çarşamba

Çinliler kedilerin gözlerinden okurlar saati.

Bir gün, misyonerin biri, Nankin’in dış mahallelerinde dolaşırken, saatini unuttuğunu fark etti, küçük bir çocuğa saatin kaç olduğunu sordu.

Göksel imparatorluğunun çocuğu ilkin duraladı; sonra düşüncesini değiştirip karşılık verdi: “Şimdi söylerim.” Az sonra yeniden belirdi, kollarında kocaman bir kedi tutuyor, gözlerinin içine bakıyordu; duralamadan konuştu: “Tam öğle olmadı daha.” Doğru söylüyordu.

Ben de güzel Féline’e, öylesine güzel adlandırılmışa, hem türünün onuru, hem gönlümün övüncü, aklımın kokusu olana doğru eğildiğim zaman, ister gece, ister gündüz olsun, ışıkta olsun, yoğun karanlıkta olsun, tapılası gözlerinin derinliklerinde açık açık saati görürüm, hep aynı saati, uçsuz bucaksız, görkemli, uzayca büyük, dakika, saniye bölümü de bulunmayan bir saattir; saatler üzerine işlenmemiş, kımıltısız, gene de bir iç çekiş kadar hafif, bir bakış kadar hızlı bir saattir.

Ve bakışım bu güzelim kadran üzerinde dinlenirken, bir can-sıkıcı gelip de rahatımı kaçırırsa, dürüstlükten, hoşgörüden yoksun bir Dehâ adamı, bir engelleyici İfrit gelip de bana: “Neye bakıyorsun böyle özenle? Bu yaratığın gözlerinde ne arıyorsun? Orda saati mi görüyorsun, savurgan ve tembel ölümlü?” diyecek olursa, hiç duraksamadan verebilirim karşılığını: “Evet, saati görüyorum; vakit Sonsuzluk’tur!”

Ne dersiniz, hanımefendi, gerçekten değerli, sizin kadar şatafatlı bir aşk şiiri değil mi bu? Doğrusunu isterseniz, bu özentili yapıtı örerken o kadar zevk duydum ki, karşılığında hiçbir şey istemeyeceğim sizden.

0 yorum:

Yorum Gönder