The Turin Horse

18 Aralık 2011 Pazar



Palinkam bitti. Bir şişe verir misin? Rüzgâr çok şiddetli esiyor. Ortalığı mahvediyor.

- Neden mahvetsin ki?

Çünkü her şey mahvoluyor.Her şey değersizleşti.Fakat şunu söyleyebilirim ki,onlar mahvetti ve değersizleştirdi her şeyi.Çünkü sözde masumane insani yardımla gelen bir çeşit afet değil bu. Tam tersine. İnsanın kendi kararlarıyla ilgili bu, kendi kararlarının kendisinin önüne geçmesiyle. Tabii ki bunda Tanrı'nın da eli var, hatta bana kalırsa, büyük bir payı var. Ve bu pay ne olursa olsun, hayal edebileceğin en korkunç yaratılışa sahip. Çünkü görüyorsun sen de, dünya bayağılaştı.


Benim ne söylediğimin bir önemi de yok, çünkü her şey satın alınarak değersizleştirildi. Sinsi, alçakça bir savaşla ele geçirdiklerinden beri, her şeyi adileştirdiler. Her neye dokundularsa, ki her şeye dokundular, onu değersizleştirdiler. İşte bu nihai zafere kadar giden yoldu. Muzaffer bir sona doğru giden. Ele geçir, değersizleştir. Değersizleştir, ele geçir. Ya da istersen farklı şekilde de
ifade edeyim: Dokun, değersizleştir ve dolayısıyla ele geçir. Ya da; dokun, ele geçir ve dolayısıyla değersizleştir. Durum bu şekilde yüzyıllardır devam ediyor. Yüzyıldan yüzyıla, her çağda. Bazen sinsice, bazen kabaca, bazen kibarca, bazen acımasızca, ama durmaksızın devam ediyor. Değişmeyen tek şey ise şekli, pusudaki bir sıçan saldırısı gibi. Çünkü bu mükemmel zafer, diğer taraf için de aynı şekilde gerekliydi. Mükemmel, bir şekilde önemli ve asil olan her şey böylesi bir savaştan kaçınmalı.
Herhangi bir mücadeleye girmemeli, bu sadece bir tarafın aniden mükemmelliğini, büyüklüğünü ve asilliğini kaybetmesi demek. Şimdi kurdukları pusudan yönettikleri dünyaya saldırıyor bu kazanan galipler ve birilerinin onlardan bir şey saklayabileceği küçük bir köşe dahi yok. Ellerini attıkları her şey zaten onların çünkü. Ulaşamayacaklarını düşündüğümüz şeyler bile, ki onlar her yere ulaşır,
onların.Çünkü gökyüzü şimdiden onların, düşlerimizin olduğu gibi.Onların zaman, doğa ve sonsuz sessizlik. Hatta ahlaksızlık bile onların, anladın mı? Her şey ama her şey sonsuza dek kayboldu!

Ve o asil, önemli ve mükemmel pek çok şey orada kaldı, bilmem izah edebildim mi? O noktada çark ettiler, durup anlamaya başladılar, ve kabul etmek zorunda kaldılar, ne tanrının ne de tanrıların olmadığını. Mükemmel, önemli ve asil olanın ise bu doğruyu en başından beri anlayıp kabul etmesi gerekiyordu. Tabii onlar bunu anlamaktan oldukça yoksundu. İnanmış ve kabul etmişlerse de, bunu anlamamışlardı.Şaşkın ama boyun eğmemiş bir şekilde orada dururlarken bir şey oldu ve, beyinlerinde çakan bir kıvılcım, sonunda onları aydınlattı. Ve birden ne tanrının ne de tanrıların olmadığını fark ettiler. Birden ne iyinin ne de kötünün olmadığını gördüler. Akabinde görüp anladılar ki, eğer öyleyse aslında kendileri de yoktular! Söndüler, yanıp kül oldular dediğimiz an bunlar olmuş olabilir sanıyorum. Çayırda cayır cayır yanmaya bırakılan bir ateş gibi söndü ve yanıp kül oldu. Biri daimi kaybedendi, diğeri doğuştan kazanan. Mağlubiyet, galibiyet.

Mağlubiyet, galibiyet, ve bir gün, yine bu civarlarda, fark etmek zorunda kaldığım, ve sonunda fark ettiğim bir şey oldu, ben hatalıydım. Şu dünyada herhangi bir değişimin asla olmamış olduğunu, ve asla olamayacak oluşunu düşünürken,
gerçekten de hatalıydım. Çünkü, inan bana, artık biliyorum ki, bu değişim aslında gerçekleşti.

Deliliğe Övgü

15 Aralık 2011 Perşembe

...Demek ki bilimler, insanın hayatına askıntı olan öteki afetlerin arasında dünyaya gizlice giriverdiler. Onlar doğumlarını, bütün cinayetleri ve fesatları yaratanlara, yani ifritlere, isimlerini bu uğursuz bilimlerden alan felaketli cinlere borçludurlar.
Altın çağının insanları bu boşuna ve zararlı bilimleri hiç tanımazlardı; doğanın dürtülerine boyun eğerek içgüdülerine tatlı tatlı uyarlardı. Madem ki hepsinin bir tek dili vardı ve yalnız birbirlerini anlamak için konuşurlardı, o halde gramer nelerine yarardı? Madem aralarında hiçbir zaman boş kavgalara yol açacak karşıt düşünceler yoktu, o halde tartışmaya ne gereksimleri olurdu? Hiçbir kavgası olmayan kimselerin, retorik nelerine yarardı? Ahlakları daha temiz ve masum olan bu insanlar, cinayetleri cezalandırmak, ahlaksızlıkların önünü almak için bilge ve tedbirli kanunlar yapmayı nasıl düşüneceklerdi? Bunlar tanrılarına saygıyla dolu olduklarından, doğanın sırlarını çözmeye, yıldızların uzaklıklarını, dönüşlerini, etkilerini bilmeye, her şeyin gizli nedenlerini keşfetmeye uğraşan o kafirce meraka sahip değillerdir. Zavallı ölümlülerin zekalarına doğa tarafından çizilen sınırları geçmeye yeltenince, cinayet işlemiş olacaklarına inanırlar. Göğün öte tarafında neyin bulunduğunu bilmek isteğine gelince, bu, kafalarından asla geçmemiş olan bir çılgınlıktır.
Altın çağının masumluğu yavaş yavaş bozulunca, muzir cinler, evvelce dediğim gibi, bilim ve sanatları icat ettiler. İlkönce bunların sayısı azdı; pek az kişi bunlarla meşgul olurdu. Az sonra, Keldaniler'in boş inançları ve Grek'lerin işsiz güçsüzlüğü yüzünden, bunlardan pek çok sayıda icat olundu ve her biri zihinlere birer işkence kesildi. Zira, en önemsizlerinden biri olan gramer, tek başına bir adama bütün ömrünce eziyet etmeye yeter. Bununla beraber, bütün bu bilimler arasında, en faydalıları sağduyuyla yani delilikle en çok ilgili olanlardır. Teologlar açlıktan ölüyorlar, fizikçiler pinekliyorlar, astrologlarla alay ediliyor, münazaracılar hor görülüyor. Hekim ise, kendi başına bütün bu kimselerden daha değerlidir. Sanatının güç olmasına karşın, o ne kadar cahil, gafil, yüzsüzse, halkın hatta en zengin prenslerin güvenini de o oranda kolay kazanır. Zaten tıp özellikle çoğu hekimlerin bugün uyguladıkları şekilde olursa, bir çeşit yüze gülücükten başka bir şey değildir; bu bakımdan da retoriğe oldukça benzer. Hekimlerden sonra, hukukçular sırada ikinci yere layıktırlar; hatta, hakça düşünülürse, birinci yeri istemeye layık değil midirler, bilmiyorum. Her ne ise, bütün filozoflar (zira kendi hakkımda bunu söylemek istemem), onlarla alay etmekte, onlara eşek gözüyle bakmakta birbirleriyle uyuşurlar, fakat bu alemin büyük ve küçük işlerini keyiflerine göre düzenleyenler, gene bu eşeklerdir. Bu cahiller, gelirlerini artırırlar; oysa tanrısallığın bütün gizlerini bilen teolog, bir tabak kötü sebzeyi miskin miskin yer ve vücudunu kemiren haşarata karşı sürekli bir savaş vermek zorunda kalır.
Madem ki deliliğe yakın bilimler bizi, daha uzak olanlardan fazla mutlu eder, o halde bilimlerle hiç ilişkisi olmayan kişiler, saf doğadan başka rehberleri olmadığından, ne kadar mutludurlar. Onlar da insanlığa çizilmiş sınırlar içinde kaldıkça, bu sadık rehber tarafından hiç terk edilmezler. Doğa, onu örten ve engel olan her şeyin düşmanıdır, ve doğanın yetki eserleri, sanat tarafından bozulmamış olanlardır.
Öyle ya, bütün hayvanların en bahtiyarları, kural ve özentisiz yaşayıp doğa kanunlarından başka kanun tanımayanlar değil midir? Arılardan daha mutlu, hayranlığımıza daha layık bir hayvan var mıdır? Her ne kadar insan gibi beş duyuya sahip değillerse de, onların mimarisi, sizinkine sonsuz derecede üstün değil midir? Cumhuriyetleri sizin filozofların tasarladıklarından bin defa daha mükemmel değil mi?..