Kimlik

31 Ekim 2010 Pazar

Chantal’in gerek duyduğu, aşk dolu bir bakış değil; onun istediği, yabancı, bayağı, kösnül bakışların, yakınlaşma, seçme, sevgi, hatta incelik taşımayan, üzerine ister istemez, kaçınılmaz olarak dikilen bakışların altında boğulmak. Böylesi bakislar onu insan toplulugunun içinde tutuyor. Aşkın bakışı ise onu oradan çekip alıyor. Aşklarının baş döndüren bir hızla gelişen ilk dönemlerini içi burkularak düşünüyordu.Chantal'i fethetmeye çalışmasına gerek kalmamıştı. İlk andan başlayarak o zaten fethedilmişti.Onun üzerine titremek? Bunu yapmasına gerek yoktu

Bulantı

28 Ekim 2010 Perşembe

Gezintiye çıkarsınız ay yeni yükselmiştir, tembel bağımsız boşalmıl gibi hissedersiniz kendinizi.Sonra birden, "Bir şey oldu" diye düşünürsünüz.Karanlık içinde bir şey çıtırdar ya da tüy gibi bir gölge sokağın içinde bir ucundan ucuna geçer; hangisi olsa olur. Ama bu önemsiz olay, ötekilerine benzemez.Bu olayın çevresi sisler içinde kaybolan kocaman bir şeklin başlangıcı olduğunu birden kavrarsınız. O zaman "Bir şey başlamak üzere dersiniz.Bir şey son ermek için başlamıştır.Serüven uzamaya gelmez, ona anlam veren ölümüdür yalnız.Bu ölüme, belki benim de sonum olan bu ölüme sürüklenirim.Geriye dönmek elimden gelmez.Her an, ardından geleni getirmek için ortaya çıkar.Her ana, bütün varlığımla sarılırım.Onun yerine başkasının konulamayacağını, onun başkasına benzemediğini bilirim. Ama onu yitip gitmekten geri koymak için bir şey de yapamam.

Yanlış hatırlamıyorsam buna zamanın geri çevrilmezliği diyorlar. Öyleyse serüven duygusu, zamanın geri çevrilmezliğinden başka şey olmamalı. Peki öyleyse bu duyguyu niçin her zaman yaşamıyoruz. Yoksa zamanın geri çevrilmez olmadığı anlar mı var.

Babaya Mektup

Bana bir kere bile gerçekten vurmadığın da doğru.Ama bağırman, yüzünün kızarması, pantolon askılarını hızlıca çözmen bunların iskemlenin sırtında hazır beklemesi benim için neredeyse daha da kötüydü.Sanki birinini asılması gibiydi.İnsan gerçekten asılırsa ölür ve her şey biter.Ama asılması için yapılan bütün hazırlıkları yaşamak zorunda bırakılır ve ancak ilmek yüzünün önünde sallanırken affedildiğini öğrenirse bütün hayatı boyunca bunun eziyetini çekebilir. Ayrıca senin açıkca gösterdiğin düşüncene göre dayağı hak ettiğim ama senin bağışlayıcılığın sonucu bundan ucu ucuna kurtulduğum bu pek çok olay sonucunda yine yalnızca büyük bir suçluluk bilinci birikiyordu.Sana karşı her bakımdan borçluydum.

Alexis ya da Beyhude Mücadelenin Kitabı

27 Ekim 2010 Çarşamba

Sanki utanıyormuşum ya da siz her şeyi anlamışsınız gibi hiçbir şey söylemeden gitmesem belkidaha iyi ederdim.Işığın çok az olduğu birbirimizin yüzünüzü pek seçemediğimiz, o yüzden de neredeyse her şeyi itiraf etmeye cesaret bulduğumuz bir saatte, bir odanın mahremiyetiyle alçak sesle, usul usul gidişimin sebebini açıklasam daha iyi olurdu.Ama sizi tanıyorum dostum.Siz çok iyi kalplisiniz.Bu tür anlatıda acınası bir şey vardır, bu da insanı duygulanmaya sevk edebilir; bana acıyacağınz için beni anladığınızı sanırdınız.Sizi tanıyorum.Bu kadar uzun bir açıklamanın beni küçük düşürmesine izin veremezdim, sözümü daha başta keserdiniz her cümlede sözümü kesmenizi umma zayıflığını gösterirdim. Başka bir niteliğiniz daha var (bir kusur belki), bundan birazdan bahsedeceğim ve artık bunu istismar etmek istemiyorum.Merhametinizle arama bir mesafe koymaya kendimi mecbur tutacak suçluyum size karşı.

Hayatın Sessizliğinde

26 Ekim 2010 Salı


'Hızla çekip giden onca şeyin, her şeyin içinden, bir tek kendi yüzün dönüp bakar geriye''

''Madem, zamanın uç verdiği bedendim, gizlerle dolu belleğiydim suların ve karanlıkla birleşen ilk ışığın, her şeyi başlatan ezgiydim, rahimdim, sütle dolu göğüslerdim, en derin uykulardan uyanan topraktım, öyleyse neden bir türlü doğamıyorum? Madem, ben hem bütün bunlardım, hem de kendimdim, neden içimdeki hiçbir şey, acı bile bana ait değil? Bin yıllar sürmüşse oluşturulmam, efsanelerden, imgelerden, kavramlardan, dillerden, neden içinde var olabileceğim bir yer, bir sözcük bile bulamadım bugüne dek? Gökyüzünün altında söylenecek yeni bir şey yoksa eğer, her cümle, her dize, her öykü defalarca seslendirilmişse, ben hangi çığlığın yankısıyım? Hangi suskunluğun? Sonsuz kez ölüp dirilen, hiçlikten doğan ve büyüyen, okyanusun sırlarını peşi sıra sürükleyen ay olsaydım ben, nasıl böylesine iyi tanırdım uzaklarla sonları?

Madem gücüm cehenneme yetiyordu... Neydi peki beni yenen?''

''Yoksa bu benim öyküm mü? Oysa ona başlayabilmek için koca bir dünyayı yitirdim.

Deniz Bilgin'e



Kapıdan girmeden önce, eğilip belki de kendi eliyle diktiği sardunyalardan koparıp saçına, kulağının arkasına iliştiriyor.
-Ben hiç bu kadar güzel akşam vakti görmedim.
-Ben gördüm. Hür Yumer

Kendine Ait Bir Oda

Akşam insanın yanında önemli bir görüş ve gerçekle eve dönememesi umut kırıcıydı. Kadınlar erkeklerden yoksuldur çünkü şu ya da bu. Gerçeği aramaktan vazgeçip lav gibi kızgın, bulaşık suyu gibi rengi kaçmış görüşler seline kaptırmak belki de daha iyi olurdu.

Perdeleri kapamak aklı başka yana çeken etmenleri dışlamak, lambayı yakmak ve araştırma alanını daraltmak ve görüşleri değil verileri toplayan kaydeden tarihçiden kadınların çağlar boyunca değil, örneğin Elizabeth döneminde İngiltere'de hangi koşullar altında yaşadıklarını anlatmasını istemek belki de daha yerinde olurdu